Ev Ödevi Ev Hayatı ile Uyumlu mu ?

Saat sabahın yedisi, kızım Amazon ise uyanık ve capcanlı. Kocam o kadar canlı sayılmaz, ama o da yatakta oturmuş, DVD’den aile için güzel bir çizgi film olan ‘Eldorado’yu seyrediyor.

Kızımız normalde daha geç uyanır. Okul servisi sekizde geliyor ama Amazon okula komşumuzun arabasıyla, sekizi çeyrek geçe gidiyor. Bu da bize birlikte geçirebildiğimiz çok değerli bir onbeş dakika kazandırıyor.

Yedi yaşındaki kızımızla her anımız git gide daha fazla kıymete binmeye başlıyor, bunun nedeni de kızımızın hasta olması değil, yapması beklenen ev ödevlerinin çokluğunun aile hayatımızı bozması.

tags: çocuk gelişimi,kaliteli zaman, ev ödevi ,okul ~ image © S J M Bray

Kızımızla geçirdiğimiz zamanlar bizim için çok değerli

1999’da, Time Magazine’de ‘Ödevler Ailemi Yedi[1]‘ başlıklı bir makale yayınlanmıştı. Yazarlar şöyle diyorlardı:

“Michigan Üniversite’sinde yürütülen bir araştırmaya göre, 6-9 yaş arası çocuklar 1981’de ödevlerini yapmak için haftada 44 dakika harcarken, 1997’de bu süre iki saatin üzerine çıkmış. 9-11 yaş arası çocukların her hafta ödev yaparak geçirdiği süre ise 2 saat 49 dakikadan 3 buçuk saate çıkmış.”

Keşke bizim çocuklarımızın da haftada üç buçuk saatlik ödevi olsaydı! Amazon’un bazen bir gecede üç saatlik ödevi olabiliyor, gerçi dürüst olmak gerekirse birinci saatin sonunda motivasyonu ve verimliliği dibe vurduğu için yapması gereken en basit şeyler bile giderek daha uzun zaman almaya başlıyor.

Restoran işleten dostumuz  Ahmet’in, altı yaşındaki kızı Aylin okula başladığından bu yana saçlarına ak düştü. Aylin’in Amazon’dan bile daha fazla ödevi oluyor. Sınıf öğretmenlerinin küçük çocuklarla deneyimi Amazon’un öğretmenine göre daha az, o da  Türkiye’deki başarı standartlarını tutturmaya çalışıyor.

Ahmet, her gece lokantadan eve döndüğünde karısını gerilmiş vaziyette ve kızını göz yaşları içinde bulduğunu söylüyor. Ders kitapları mutfak masasının üzerine yayılmış, hem anne hem de çocuk bitkin-perişan halde oluyorlarmış.

Amazon’un arkadaşı Ayşe de Aylin’in sınıfında. Bir hafta sonu bizde kalmaya geldiğinde, bir kısmını evde yapıp bitirmiş olduğu halde hafta sonu ödevlerini tamamlaması beş saatini almıştı – bu ödevler arasında çalışma kitaplarında verilen boşluk doldurma alıştırmaları da vardı.

zorlanan çocuk,öğrenmeyi sevmek, başarı duygusu ~ photo © S J M Bray ev ödevi

Tatiller artık tatil değil de, daha çok ödev verme fırsatı olarak algılanıyor. Öğretmenler bu ödevlerin aile ve çocuğun üzerinde yarattığı etkinin farkında olsalar ödev verirken kesinlikle çok daha dikkatli olurlar…

Aslında bu öğretmenlerin sorunların farkında olmamasından kaynaklanmıyor. Öğretmenlerle ben bir değil birkaç kere konuştum. Tanıdığımız velilerden kendisi de öğretmen olan biri var ve ödevlerin çok fazla olduğunu o da söyledi. Okul görevlisi ve başka veliler de hem sınıf öğretmenlerine, hem de bazen okul müdürüne şikayetlerini iletmişler.

Ama gerçekte sorunun kökleri bundan çok daha derinlere iniyor ve kaynağını bulmak için Türkiye’ye değil, ta Princeton Üniversitesi matematik bölümünün derinliklerine bakmak gerekiyor.

Dr. John Forbes Nash, hayatı birkaç yıl önce ‘Akıl Oyunları’ adlı filme konu olan çok zeki bir paranoid şizofren matematikçi, matematikte 1713’ten beri var olan ‘Oyun Kuramı’nın özel bir teoremini bulmuştu.

Nash, Oyun Kuramı’nı politik ve stratejik ilişkiler alanına taşımıştı.

Nash’e Nobel Ödülü’nü kazandıran teoreminin varsayımları şunlardır:

  1. Oyuncuların hepsi, oyun kurallarına göre tanımlanan kazançlarını mümkün olduğu kadar yükseltmek için ellerinden gelen her şeyi yapar.
  2. Oyuncular hatasız oynarlar.
  3. Oyuncuların zekası çözümü bulmak için yeterlidir.
  4. Oyuncular, tüm diğer oyuncuların planladığı denge stratejileri bilirler.
  5. Oyuncular, kendi stratejilerindeki bir sapmanın diğer oyuncuların hiçbirinde sapmaya neden olmayacağına inanırlar.
  6. Bütün oyuncuların bu şartların, bu da dahil olmak üzere, tümünü sağladığı herkesçe bilinen bir şeydir. Dolayısıyla, her oyuncunun yalnızca diğerlerinin şartları sağladığını bilmesi değil, aynı zamanda hepsinin şartları sağladıklarını bildiklerini de ve hepsinin şartları sağladıklarını bildiklerini bildiklerini de bilmesi gerekir, ve bu böylece devam edip gider.
John Forbes Nash, Jr. by Peter Badge.jpg From Wikipedia, the free encyclopedia Tags: Nash,game theory,performans hedefi, ödevi

Nash’ın Nobel ödüllü Oyun Kuramı yaşamımızın her alanını etkilemeye devam ediyor; çalıştığımz kurumdaki peformans hedeflerinden çocuklarımızın hergün ne kadar ödev yaptığına kadar…Image Peter Badge via Wikipedia

Nash Teoremi ve türevleri Rand Corporation’daki Soğuk Savaş stratejistlerince hızla benimsenip kullanılmaya başlanmalarından sonra, bazı bölümleri 1970’lerde Palo Alto Akıl Sağlığı Araştırma Enstitüsü’nde Aile Terapisi’nin nüvesi olarak görülmeye başlamıştı. Bugün hiç kimse ‘Stratejik Alile Terapisi’ni orijinal haliyle öğretildiği gibi uygulamıyor, bunun nedeni de Oyun Kuramı’nın yukarıda anlatıldığı gibi insanlarla ilgili olarak fazla basitleştirilmiş kavramsal varsayımları olması.

Keşke siyasetçilerimizden ve iş hayatının liderlerinden daha fazlası bunu kabul etseydi, ne var ki maalesef Amerika dışında da Nash’in Oyun Kuramı önermelerine dayanan bir sürü kavram ortaya atıldı. Örneğin, Toplam Kalite Yönetimi (TKY ya da TQM) Japonya’ya ihraç edildi ve kaliteyle bağlantısı olan-olmayan çeşitli nedenlerden ötürü Japonlar’ın bunu çok iyi uygulayabildikleri görüldü.

Japonya’nın o dönemdeki eğitim sistemine bakarsanız, Japon çocukları için belirlenen ‘performans hedefleri’nin aşırılığı nedeniyle çocukların birçoğunun günde iki okula birden devam ettiğini görebilirsiniz. Bu okullardan biri devlet okulu, diğeri ise özel bir etüt okuluydu. Bazı çocuklar bu okullara ek olarak özel ders de alıyordu.  Şu anda bizim eğitim kültürümüzde de buna benzer bir çılgınlık yaşanıyor.

Bu bir ölçüde o günün modernist Japon kültürüne uygun düşüyordu, çünkü ebeveynlerin her ikisi de büyük olasılıkla çalışıyor ve şehirde dar alanlı dairelerde yaşıyorlardı. Onun için de ödevlerin okulda yapılması kim bilir ne kadar iyi bir fikir gibi görünmüştür.

Toplam Kalite ve buna bağlı kavramlardan biri olan Performans Yönetimi kısa sürede İngiliz Eğitim Sistemi’ne ve Çocukların Korunması gibi diğer alanlara da girdi. Ne yazık ki, bu öğretmenlik mesleğinin zayıflamasına neden oldu. Bundan önce, öğretmenler, eğitimli profesyonel nitelikleriyle, eğitsel malzemelerini seçme ve çeşitlendirme, hatta iyi bir insan olmanın ne demek olduğunu örnek olarak gösterme hakkına sahiptiler. Bugünse çoğunlukla formlarla, istatistiklerle, kutucukları işaretlemekle ve ölçülemeyecek şeyleri ölçmekle kafayı bozmuş, yorgun, cansız bir güruhlar.

İngiltere’de giderek daha fazla üniversitenin bilgi yüklemeye dayanan “A level[2]” sonuçlarını kabul etmeyip kendi bağımsız giriş sınavlarını düzenlemelerine şaşmamak gerek.

Ödev konusunda işin doğrusu, her alanda olduğu gibi, ölçülü olmasıdır. Nitekim ülkemizde ödevlerle ilgili yönetmelikte bunu görebiliyoruz:

  1. Ödevin amaçlarından birinin ‘başarmanın hazzını tatma duygusu kazandırmak’ olduğunu belirtiyor.
  2. Ayrıca ‘öğretmenler kurulu öğrencilere verilecek hazırlık ve alıştırma çalışmalarının günde yaklaşık olarak iki saati geçmeyecek şekilde düzenlenmesi için gerekli tedbirleri alırlar’ diyerek bazı dengeleri kurma çabası sergileniyor.

Ancak ne yazık ki birçok öğretmen, yaş ve becerilerini dikkate almadan öğrencilere hergün 2 saat ödev vermesi gerektiğine inanıyor.  Veteriner, doktor veya avukat olmak isteyen zeki bir 15 yaşındaki öğrenci için okul sonrasında bitirmesi beklenen 2 saatlik ödev kolayca yapabileceği  zevkli bir çalışma gerektirirken, alfabenin harflerini ve temel matematik kavramlarını öğrenmeye çabalayan 6 yaşında bir çocuk için bir işkence haline gelebilir.

Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve Türkiye’nin de imzalamış olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 31. Madde’sinde belirtildiği gibi:

1. “Taraf devletler, çoçuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence etkinliklerinde bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.”

2. “Taraf devletler, çocuğun kültürel ve sanatsal yaşama tam olarak katılma hakkını saygı duyarak tanırlar ve özendirirler ve çocuklar için boş zamanı değerlendirmeye, dinlenmeye, sanata ve kültüre ilişkin etkinlikler konusunda uygun ve eşit fırsatların sağlanmasını teşvik ederler.”

Bu, sözleşmenin yalnızca küçük bir bölümüdür ve eğitim alma hakkı da aynı sözleşmede yüceltilmiş bulunmaktadır. Ama bir zamanlar eğitim denilince akla yalnızca bilgi değil örnek de gelirdi. Bugün çok az öğretmenin gerçekten yaratıcı olabilecek kadar serbestliği bulunmakta. Durum böyleyken de, Türkiye’de çocuklara hazır basılmış soru kitapçıklarında boşlukları doldurmaktan ibaret ödevler verilmesi ve bugünün genel havası içinde öğretmenlerin bu baskılı ve homojenleştirilmiş hayatı normal kabul etmeye başlamış olmasına hayret etmemek gerek.

Aşağıdaki yorum bölümüne düşüncelerinizi, deneyimlerinizi, soru ve geri bildirimlerinizi yazın. Hepsini mutlaka okuyorum ve geri dönüyorum.

Bu yazıda geçen isimler kişilerin özel alanlarını korumak için değiştirilmiştir.

İrem Bray

İrem Bray, Boğaziçi Psikoloji ve Londra Üniversitesi Psikiyatri Enstitüsü mezunu uzman bir psikolog ve deneyimli bir Aile Terapistidir. Hayatı, dünyaya vereceği armağanlarını keşfetme ve paylaşma yolculuğu olarak görür. Bireyden yola çıkarak toplumu halka halka dönüştüren projeler geliştirir. Ekibi ile birlikte son teknolojileri kullanarak aile terapistleri yetiştirir, dünyanın her yerinde yaşayan kişilerle, özellikle Türk ve Türklerle ilişkide olanlarla görüşerek birey, çift, aile, şirket gibi sistemleri iyileştirmek, geliştirmek üzere çalışmalar yapar. İrem Bray ve ekibine [email protected] adresinden veya 0090 538 912 33 36 ve 0044 738 7763244 telefon numaralarından hemen ulaşabilirsiniz.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir